24 Ağustos 2008 Pazar

Darbecilerin Son Çırpınışları

Ergenekon Davası'nın görünen ve görünmeyen gerçeklerini anlamak
'Kendi halkına bomba atan asker' izleniminin yaratılmış olmasından memnun muyuz? Bu süreç nasıl başladı, nasıl gelişti? Bir 'Aslan avı'nın ortasında mıyız?
Ergenekon Davası'nı doğuran süreci ve gelişmeleri konu alan yeni bir kitap daha yayınlandı. Profli yayınlarından çıkan, Ergenekon: Darbecilerin Son Çırpınışları adlı kitabı diğerlerinden ayıran en önemli unsur meseleye farklı açılardan bakan, komplo ve eylem teorilerini en iyi okumayı başaran Mahir Kaynak ve Ömer Lütfi Mete'nin imzasını taşıması.

Hatırlanacağı gibi Ergenekon 2007 yılında Ümraniye’de bulunan bombalar ve Savcı Zekeriya Öz’ün olayı derinleştirmesiyle bir anda cumhuriyet tarihinin en önemli davası haline geldi.

Kimilerine göre sadece basit bir dava, kimilerine göre cumhuriyet tarihimizin kırılma noktası. Terör örgütü kurduğu iddiasıyla gözaltına alınanlar ayrıca bir tartışma konusu. Bir başka tartışma konusu bu olayın arkasında Amerika ve dış güçlerin olduğu ve Türkiye’deki hiçbir olay dışarıdan birilerinin itici gücü olmadan vuku bulmadığı. Peki bu ne kadar gerçekçi?

Mahir Kaynak ve Ömer Lütfi Mete, bu kitapta Ergenekon olayının perde arkasını ve nasıl gerçekleştiğini gözler önüne seriyorlar. Davanın görünen ve görünmeyen bütün aktörlerini, figüranlarını ve senaryonun nasıl yazıldığını gösteriyorlar.

Kitabın editörü Cem Küçük, "Ergenekon Davası’nın görünen ve görünmeyen gerçekleriyle enine boyuna öğrenmek ve ne anlamak geldiğini bilmek isteyenler bu kitabı mutlaka okumalı" diyor.

AK PARTİ'Yİ ALAŞAĞI ETME GİRİŞİMLERİ

Bir yanda Ergenekon davasını doğuran sürecin gelişmeleri yaşanırken diğer yanda AK Parti'nin sürpriz şekilde ülkenin kaderini belirleyecek parti olarak yükselişine dikkat çeken Küçük, "AK Parti hükümeti ilk beş yılı çok başarılı bir şekilde geçirdi. Avrupa Birliği adına yaptığı reformlar, düzenlemeler, ülkede ekonominin rayına oturması sevindiriciydi. AK Parti’ye soğuk bakanların bir kısmı dahi –bunlar iş dünyası, medya ve AK Parti’ye oy vermeyen vatandaşlar –artık sempatiyle bakıyorlardı. Ama ülkemizde bürokratik oligarşi denen kesimin AK Parti’ye soğuk baktığı ve eninde sonunda zamanı geldiğinde AK Parti’yi alaşağı etmek için her yolu kendisine mubah göreceği çok açıktı. Beklenen de oldu.... Önce 2007 Mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kılıçlar kınından çıkarıldı ve örtülü ya da soğuk mücadele yerini sıcak müdahaleye bıraktı...." dedikten sonra Ergenekon Süreci'nin kısa bir özetini yapıyor.

BUGÜNE KADAR KORKAK SİYASET İZLENDİ, CESUR SİYASET KORKUTTU

"Bugüne kadar ülkemizde meydana gelmiş tüm darbeler maalesef biraz da siyasilerin vurdumduymazlığı ya da korkaklığıyla gerçekleşmiştir. Nedense ülkemizde belirli konularda –Kıbrıs, AB, terör örgütü PKK gibi– konularda hep askerin dediği minvalde hareket edilmiştir. ^Siyasiler bu konuda gerekli cesareti gösterememiş ya da korkak davranmışlardır. 27 Nisan e-muhtırasından sonra ilk defa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan askere sesini yükseltti. AK Parti’nin aldığı oyun artmasının sebeplerinden biri de buydu. Daha önce hiçbir siyasi orduya bu denli sert bir cevap vermemişti. Belki de bugün yaşadığımız ve kimilerine göre cumhuriyet tarihinin en önemli davalarından biri olan Ergenekon’un fitilini ateşleyen bu cesaretti" diyen Cem Küçük, "2007 mayıs ayında Ümraniye’de bulunan el bombaları sonucunda olayın buralara kadar geleceğini ya da büyüyeceğini kimse kestirememişti" noktasının altını çizdikten sonra suikastler zincirlerini, gözaltıları, gözaltılara Genelkurmay'ın onayını özetliyor...

ERGENEKON'U GÖRMEZDEN GELMEYE ÇALIŞTILAR

"Hürriyet, Milliyet, Vatan, Cumhuriyet gibi gazeteler Ergenekon olayını görmezden geliyordu. Bunu anlamak mümkün değildi. Laik zümre ise gözaltına alınan isimlerden sadece kendisine yakın olanlara ciddi itiraz ediyordu. Emin Gürses ya da Erol Mütercimler’in gözaltına alınması bu medyada pek etki etmiyor, ama Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk’un gözaltına alınmaları kıyameti koparmalarına yetiyordu" diyen Küçük, "Uzun süredir speküle edilen ve neredeyse bir yıl sonra açıklanan Ergenekon İddianamesi hemen her olay da olduğu gibi kamuoyunu ikiye bölmüştü. Birileri iddianamenin yetersiz olduğunu ileri sürerken, diğerleri oldukça sağlam olduğunu savunuyordu" diye durumu özetliyor.

İDDİANAME YENİLİR YUTULUR GİBİ DEĞİL

"Ne var ki Savcının iddiası yenilir yutulur cinsten değildi" diyen Küçük, "Şayet Cumhuriyet savcıları bazı medya organlarından korkup bu olayın üzerine cesaretle gitmeseydi, hükümet savcılara destek vermeseydi bu dava bu aşamalara kadar gelmezdi" teşhisinde bulunuyor ve "Belki de ilk kez hükümet, Genelkurmay, Emniyet, Milli İstihbarat Teşkilatı böyle bir davada ortak hareket ettiler" diyor...

"20 Ekim 2008’de başlayacak ilk duruşmayla davaya start verilecek ve inanıyoruz ki yüce adalet en doğru kararı verecek. Bundan sonra söz yargının" diyen Cem Küçük, kitaptaki sözü ise bu yazısının ardından Mahir Kaynak ve Ömer Lütfi Mete'ye bırakıyor.

"TÜRKİYE'DE SİYASETİ EN AZ SİYASETÇİLER YAPAR"

Mahir Kaynak; kitabın provokasyon ve Psikolojik savaş yöntemleri adlı bölümünde birbirinden ilginç soruları hayli ilginç yanıtlar veriyor. İşte o bölümden sizlere seçtiğimiz bir kaç satır:

Bugüne kadar yapılmış en başarılı provokasyon sizce hangisidir?

Türkiye'de yapılmış en başarılı provokasyon 12 Eylül öncesi yapılanlardır. 12 Eylül öncesinde Türkiye'de çatışan taraf yoktu. O tamamen bir operasyondur ve sonradan da gördünüz, solcular dediğimiz kişiler bugün devletin en muteber yerlerindedirler. Eğer bu sonuca bakarsak şunu söylemek lazım: Türkiye savaşı kaybetti ve teslim oldu, çünkü düşman saydıklarımız Türkiye'yi yönetiyorlar.

Dünyada?

Dünyada en önemli provokasyon 11 Eylül'dür. Aynı zamanda İngiltere'de metro istasyonundaki patlamalar çok iyi bir örnektir. İngiltere işgalci olmasına rağmen, hem Müslümanlarla arası çok iyiydi hem de Müslümanlar ona Irak'ta yokmuş gibi davranıyorlardı. Metro operasyonu ile ortaya çıktı ki; İngilizler Irak'tadır, Müslümanların da düşmanıdır ve böylelikle İngiliz halkı da Müslümanların “terörist” olduğunu öğrendi. Şık bir operasyondu ve bunun El-kaide tarafından yapılması mümkün değildi. Olsa olsa bunu Amerika yapabilirdi. Yani Amerika, İngiltere’ye, “Beni yalnız bırakıyorsun, bütün faturayı ben ödüyorum, biraz da sen öde” demiş olabilir.

Türkiye’deki siyasetçilerin hamleleri nasıl? Provokasyona yol açabilir mi?

Türkiye'de siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığını kim söylüyor ki? Türkiye'de en az siyaseti siyasetçiler yaparlar. Ben milletvekillerinin siyaset yaptığına pek şahit olmadım.

"İSLAMCILARIN BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ YOK"

AK Parti’nin provoke olabileceği en zayıf noktası nedir?

Bugün AKP’ye yönelik iki yönden saldırıya geçilebilir. Biri, ekonomik alandaki özelleştirmeler... Yani köşe başlarına yeni gelenler büyük eleştiri konusu olabilir. İkincisi de, birileri siyasi ya da ekonomik kriz yaratmak için ekonomiyi dara düşürebilirler.

Dindarlıkları provoke edilebilir mi?

Dindarlık üzerinden yapılacak şey zaten çok ilginç. Öyle bir dindarlık ki bu, küreselcilerle aynı söyleme sahipler. Türkiye'de bir liberal-İslam ittifakının olduğu da görülüyor. Liberallerimizin en hızlılarıyla İslamcılarımız arasında bir görüş beraberliği hasıl oldu ki, bu çok ilginçtir.

Siz bu işbirliğini inandırıcı buluyor musunuz?

Ben şöyle söylüyorum: İslamcıların aslında bir dünya görüşü yok. Birilerinden kopya çekiyorlar. Mesela ekonomiye baktığınız zaman, onların ekonomi politikalarıyla Kemal Derviş'in ekonomi politikası arasında virgül farkı bile yok.

"YABANCI ÜLKE İSTİHBARATÇILARI BÖLGEDE ROL OYNUYOR"

Ömer Lütfi Mete ise Ergenekon'un ipuçları Şemdinli Olayı ve Danıştay Saldısı adlı bölümde çok tartışılan konulara oldukça farklı boyutlardan bakıyor ve ilginç noktaların altını çiziyor...

Örneğin şu bölümde olduğu gibi:

Yalnız şunu da biliyoruz ki, bölgede PKK ile mücadele eden askeri birliklerimiz Şemdinli’de dönen . al... Şunu da biliyoruz ki, bölgede PKK ile mücadele eden askeri birliklerimiz Şemdinli’de dönen karanlık olayları iyi takip edebilmek için bir itirafçıdan yararlanmaktaydı. Bu itirafçının daha sonra İngiliz gizli servisi tarafından devşirildiği yönünde bir iddia vardır. Başta da işaret ettiğim gibi asılsız bir üfürüm olabilir ama araştırılması gereken bir iddiadır. Bu iddiaya göre sekiz yüz bin sterlin ya da avro civarında bir para Londra’da bir İngiliz bankasından Süleymaniye’deki bir şubeye bu operasyon için havale edilmiştir.

Bu iddia ya bizim istihbarat birimlerimizin ortaya attığı bir palavradır veya gerçek bir bilgidir. Her iki durumda da Türkiye’nin bu iddiayı kovalayacak mekanizmaları olması gerekir.

Eğer bu işi İngilizler tezgâhladıysa, o zaman Amerikalıların haberi yok mudur?

Bu vaka için bir şey söyleyemem. Ancak bir yörede herhangi bir yabancı istihbarat biriminin bir faaliyeti varsa rakipleri ondan bir şekilde haberdar olurlar. Bu işte en iyi olanlar, kendileriyle bağlantısız istihbarat operasyonlarını kimin ne için yaptığını bilebilirler. Mesela Türkiye gibi bir ülkede Rus gizli servisi bir iş yapıyorsa Amerikan gizli servisi bunu bilir. Bu işler havada uçuşan telsiz mesajları gibi öngörülmeyen kulaklara da ister istemez değer. Çünkü genellikle çenesini iyi tutamayan ikincil derecede saha elemanları veya yarı sivil istihbarat unsurları, bölgedeki bütün gizli servislere şu veya bu derecede açıktırlar.

Sanırım bizim istihbaratçılarımız da neyin ne olduğunu biliyorlardır. Ama eloğlu kurduğu karanlık oyunu iyi oynamışsa, meselâ ava giden aslan misali Türk istihbarat timi gerçekten başkaları tarafından iş üzerinde avlanmışsa hasmın bu başarısı karşısında yapılacak fazla bir şey kalmayabilir. Zira resmi ağızdan “böyle oldu” diyemeyeceğine ava giden aslan kazığı yer. Varsa kararlılığı, bu oyunun hesabını bir başka işte görmeye çalışır.

Eğer gerçekten operasyon ‘aslan avı’ ise hikâyesi nasıl gelişmiştir?

Bunu senaryolaştırabiliriz:
Diyelim ki askeri istihbarat timi, kendilerine bilgi veren itirafçı eski PKK’lıdan Şemdinli’de karanlık bir cürüm işleneceğine dair bir duyum almıştır. Böylece taraf değiştiren itirafçı muhbir bu istihbarat timini olay mahalline, yani aslana kurulan tuzağa çekmiştir. Evvelden ayarlandığı gibi birileri de orada bombayı patlatır. Bu şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri sanki güvenliğinden sorumlu olduğu halkın, kendi insanının dükkânını bombalayan bir suçlu konumuna düşürülür. Bu, böyle mi olmuştur? Pekalâ mümkündür ama gerçeği nasıl ortaya çıkaracaksınız. Bunun için devlet olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki bu kıvamda bir devlet olmaktan çıkarılmıştır. Derin ve karanlık işlerin gerektiği gibi takibini yapabilecek çarkların dişlileri kırıktır. Devlet, devlet olsaydı iddianamesinden dolayı savcısına yargısız infaz uygulamazdı. Hele bu infazın yüksek bir yargı kurumunun tasarrufu olarak tecelli etmezdi.

O zaman bütün bunlar nereye çıkıyor?

Söz konusu savcı hazırladığı bu iddianameden dolayı orduyu ağır şekilde zanlı durumuna düşürdüğü için üst yargı kurumu tarafından düşünülebilecek en ağır cezaya çarptırılmıştır. Herhalde yazdığı iddianame yüzünden böyle bir akıbetle karşılaşan başka savcı yoktur. Bu hoş bir ilk veya istisna sayılabilir mi? Her bakımdan manzara devlet için tatsızdır. Adı üstünde, bu metin iddianamedir. Savcı takdir ve yorum hakkını kötüye mi kullanmıştır? Olabilir ama bu savcıya uygulanan müeyyide hukuk sistemimizin öngördüğü bir yaptırım mıdır? Her durumda savcının iddialarının bir kısmı mesnetsiz görünebilir. Nitekim o iddianame yüzünden yazar olarak savcıyı ağır şekilde eleştirdim. Fakat kesilen ceza reva mıdır? Şimdi pek çok kimse bu yaptırıma bakarak ‘asker yargının tepesine bindi ve bu savcıyı attırdı’ diye düşünmez mi? Bu ne demektir? Bu dolaylı biçimde “Şemdinli’deki bombayı ordu attı” demek değil midir? Medya da böyle bir izlenimi pekiştirme yönünde yayın yaptıktan sonra ortaya çıkan tatsızlığı ne ile ve nasıl telafi edeceğiz? “Gerekirse kendi halkına bomba atan asker” izleniminin yaratılmış olmasından memnun muyuz?

Hatırlamanın öyküleri

Kitaptaki öykülerin ortak noktası zaman, hatırlama, şiir ve kırgın kadınlar

İki öykü kitabıyla iki önemli ödül kazanan ve ünlü şair Necatigil’in kızı olan Ayşe Sarısayın, ‘Karakalem Resimler’le okurların karşısında. Kitaptaki öykülerin ortak noktası zaman, hatırlama, şiir ve kırgın kadınlar.

Son dönem Türk öykücülüğünün değerli isimlerinden Ayşe Sarısayın, Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan “Denizler Dört Duvar” ve Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan “Yorgun Anılar Zamanı” adlı kitaplarından sonra, yeni öykülerini “Karakalem Resimler” başlığı altında yayımladı. Can Yayınları etiketiyle okurla buluşan kitaptaki öykülerin dört ortak noktası var. İlki “zaman.” Zamanın hem tüketiciliği hem de yaşama devam etme gücü verişi...
Yeni kitabı üzerine söyleşi yaptığımız yazar, yalnızca “Karakalem Resimler”deki öykülerin değil, yazdığı tüm öykülerin “zaman”ın çevresinde dolaştığını söylüyor ve ekliyor:

Zamanın iki boyutu
“Akıp giderken, yaşanılan her şeyi bir daha yerine konulamayacak şekilde tüketmesi, zamanın acımasız yönü. Öte yandan iyileştirici bir etkisi de var. Acılarımızı dindiriyor, bizi sakinleştiriyor. İleriye yönelik umutlar, nasıl yeşertilebilirdi başka türlü?”
Öykülerin ikinci ortak noktası ise hatırlamanın öyküleri olmaları... Ayşe Sarısayın “Yaşanılan hiçbir şeyin tümüyle aynı biçimde tekrarı mümkün değil, her şey değişiyor, dönüşüyor. Zamana karşı tek silahımız, hatırlamak belki de...” diyor.
Yazara göre belleğimizde birikenler, farkında olmadan çok içerlerde bir yerlerde sakladıklarımız, günü gelince herhangi bir çağrışımla ortaya çıkıveriyor. Kendisini de bir öykünün oluşum sürecinde, öncelikle belleği yönlendiriyor:
“Herhangi bir mekân, bir eşya, bir koku, bir yüz ya da kulak kabarttığım bir konuşmadan hareketle çıktığım yolculuk, genellikle geçmişte buluyor karşılığını.”

Her öyküde bir şiir
Üçüncü ortak noktaya gelirsek... “Karakalem Resimler”deki her öykü bir şiirle açılıyor; Behçet Necatigil’in, Attilâ İlhan’ın, Hilmi Yavuz’un şiirleriyle...
Ayşe Sarısayın, Türk şiirinin en önemli isimlerinden Behçet Necatigil’in kızı. Ancak “kan bağı”ndan fazla bir ilişkisi var şiirle. Öyküyle şiirin akrabalığını şöyle tanımlıyor:
“Yalnızca öykü ile şiirin değil, tüm yazın türlerinin birbiriyle akrabalığı var bir ölçüde, ancak ses açısından şiire en yakın durmaya yatkın olan tür, öykü gibi geliyor bana. Öyküde dil, olaylardan daha ön planda; dil ve dilin yarattığı ses...”

Eşikte kalan kadınlar
Dördüncü ortak nokta, Sarısayın’ın her öyküsünde “bir eşiği atlayamayan” kadınları anlatması... Evlenemeyen, sevdiğine kavuşamayan, arzu ettiği romanı yazamayan kadınlar...
Tesadüf mü acaba diye soruyorum; “Düşünerek, planlayarak yapmıyorum bunu, ancak yine de bir rastlantıdan söz etmek güç...” diyor:
“Beni yazmaya yönlendiren, yazma isteği uyandıran durumlar, bunlar olsa gerek. Ayrıca, hepimizin, farkındayız ya da değiliz, ‘eşiği atlayamayan’ bir yanımız olduğunu düşünüyorum. Atlayamadığımız eşikler ve tutunma biçimlerimiz aynı değil elbette ama hayata bu açıdan baktığınızda, pek çok kırıklık hikâyesi görebiliyorsunuz.

12 Eylül’ün tortuları
“Kadınların dünyaları bana daha tanıdık, daha yakın geliyor, dolaştığımız yerler farklı da olsa, onların kırıklıklarına uzanabildiğimi, iç dünyamda karşılığını bulabildiğimi sanıyorum.”
Kitaba adını veren “Karakalem Resimler” ve “Hicran, Yine Hicran”, kalbi ve hayalleri kırık kadınları 12 Eylül’ün tortuları eşliğinde anlatan öyküler... Merak ediyorum, acaba yazarda bıraktığı izler nedir bu dönemin?
“12 Eylül döneminde üniversite öğrencisiydim. Kişisel olarak, somut anlamda herhangi bir zarar görmedim belki, ama o vahşet ortamında yaşanılanları, hasarsız atlatmak pek mümkün değildi” diyor Sarısayın.
Ve belki de bu kitapta yoğun olarak hissedilen duyarlığının kaynağını gösteriyor şu sözleriyle:
“Kaybolan hayatlara yakın ya da uzak tanıklık ettim, geride kalanların darmadağın olan hayatlarını izledim. Ölenlerin ardından yakılan ağıtlar, kalanların hayata tutunma mücadelesi... İz bırakmaması mümkün mü?”
(Miraç Zeynep Özkartal)

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Küresel ısınma alerji yapıyor

Küresel ısınmanın bir etkisi daha ortaya çıktı. Alerjisi olanlar bu haberi okuyun!
Küresel ısınma ve atmosferde karbondioksit oranındaki artışın alerjik rahatsızlıklara sebep olan birçok unsuru tetiklediği ortaya çıktı.

Newsweek dergisinin "Kaşınmaya ve Hapşırmaya Hazır Olun" başlıklı haberine göre, küresel ısınma ve atmosferdeki karbondioksit oranı artışı, alerjiyi tetikleyen birçok bitkinin ve kimi böceklerin artmasına sebep oluyor.

ABD Tarım Bakanlığı Ürün Ekme Sistemleri ve Küresel Değişim Laboratuvarından ekoloji uzmanı Lewis Ziska'nın bilimsel araştırmalarla desteklediği senaryosu şöyle:

"Küresel ısınma ve yanan fosil yakıtlarının sebep olduğu karbondioksit artışı, saman nezlesini tetikleyen bitki olarak bilinen ambrosia otunun artmasına yol açacak. Artan ve daha çok büyüyen ambrosia otları ise daha çok polen üretecek ve bu polen daha alerjen olacak.

Artan karbondioksit oranı özellikle bahar aylarında alerjileri tetikleyen ağaç polenlerini de çoğaltacak.

Diğer yandan, artan karbondioksidin küf ve mantarın da daha çok üremesine sebep olabileceği belirtiliyor. Mantar ve küf de hava kalitesini olumsuz etkileyen unsurlar olarak tanımlanıyor.

Duke Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma da karbondioksit artışının kaşıntı ve göz yaşarmasını tetikleyen zehirli sarmaşıkların yayılmasına sebep olduğunu ortaya koyuyor.

Alaska'da yapılan bir araştırma ise alerjik bünyeleri tehdit eden diğer bir unsura, "sokan böceklerdeki artış"a dikkati çekiyor. Bu çerçevede Alaska bölgesinde arı türündeki böceklerin oranında sekiz yılda yüzde 600 oranında artış görüldüğünün altı çiziliyor.

Elektrik tasarruflu masa!

Yurtdışında piyasaya sürülen özel bir masa, elektrik faturalarını minimuma indirdiyor
Tik ağacından yapılan bir masa hiç bu kadar kullanışlı olmamıştı. Özellikle yazlık evleri olan kişiler için çok ideal olan masanın özelliği, üst yüzeyinin güneş enerjisini emen özel gözeneklere sahip olması.

2200 dolarlık masa kullanıcıların yazlıklarında veya bahçelerinde harcadıkları elektrik masrafını minimuma indirgiyor. Tüm gün güneş ışınlarını çekerek 120 voltluk enerjiyi depolayan masada 4 saat dizüstü bilgisayar, 25 vat ampulle 6 saat aydınlatma veya 6 saat TV izleyebiliyorsunuz.

Ancak maalesef yeni çıkan masa ne zaman Türkiye'ye gelir orası henüz belli değil.

Körlük tarihe karışacak

Amerikalı bilim adamları, dijital fotografçılıkta çığır açarak, göz şeklinde fotoğraf makinesi ürettiler

Bilim adamları kavisli bir yüzeye mikro-elektronik bileşenler koymanın yolunu buldular, bu şekilde insan gözündeki retinanın bir benzerini geliştirdiler.

Buluşun, gerçek gözün yerini tutabilecek biyonik gözlerin geliştirilmesine de yardımcı olabileceği düşünülüyor. Bu teknolojinin, zaman içerisinde, görme yetisini kaybetmiş insanlara bu yetiyi kazandıracak yapay retinalar olarak kullanılabileceği belirtiliyor.